Atatürk ve İslam
"Din vardır ve gereklidir. Din gerekli bir kurumdur. Dinsiz ulusların yaşamasına olanak yoktur. Yalnız şurası var ki din, Tanrı ile kul arasındaki bağlılıktır." (1930) "Ulusumuz din ve dil gibi güçlü iki erdeme sahiptir. Bu erdemleri hiçbir güç ulusumuzun yürek ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz." (1923) "Biz Bolşevik de Komünist de değiliz. Bolşevik de Komünist de olamayız. Türkler ulusluğunu seven ve dinlerine saygılı bir ulustur. Bizim hükümet biçimimiz tam bir demokrat hükümetidir." (Sakarya Zaferi'nden sonra Hint Müslümanları Kızılay'a başvurarak para yardımı yapmak istemişler ve ülkelerine bir heyet davet etmişlerdir. Bunun üzerine, Antalya Milletvekili Hoca Rasih'in (Kaplan) başkanlığındaki beş kişilik bir heyet Hindistan'a Hint Halifelik Komitesi'nin davetlisi olarak gitmiştir. İngilizlerin, bu ziyaretin gösterilere yol açmaması için aldıkları pek çok önlemin içinde, Müslümanların kalabalık olduğu kentlerde o Cuma namazından sonra hutbe yerine Anadolu'nun mücadelesini anlatan bir bildiri okunacağını öğrenince, Cuma namazını yasaklamak da vardır. İngilizler, Müslümanların yoğun oldukları kentlerdeki camilerin önüne silahlı muhafızlar dikmiş ve Cuma namazı kılınmasını engellemişlerdir. Rasih Bey yurda dönüşünde, Hint Müslümanlarının yardımı olarak o günün parasıyla 500.000 lira getirmiştir. Başkomutan Mustafa Kemal'e Paşa'ya, zaferden sonra Halifeliği kabul ederse Hint Halifelik Komitesi'nin kendisine yardımcı olacağı vaadini aktarmıştır. Mustafa Kemal yanıt olarak ) "Bir ülkede gerçek bağımsızlık ve bunu koruyacak erk güç olmazsa, sizin tanık olduğunu gibi, ülkeye egemen olanlar bir buyrukla camileri kapatırlar üstelik ibadet hakkından da yoksun kalırsınız. Ben bu öneriyi kabul edersem ve Halife olarak da benzer bir olayda müdahale etmeye kalkarsam İngiltere'ye savaş mı ilan edeceğim? İstanbul'da halen bir Halife var ve düşmanlarımızın işgali altında yaşıyor. İslam'a yapılacak en büyük hizmet, dini devletten ayırmak ve önce bağımsız bir devlete sahip olmaktır. İşte biz onun kavgasını yapıyoruz. Zafer nasip olacak, istilacıları kovacağız ve dini devletten ayırarak onun yalnızca bir vicdan ve iman varlığı olarak kalmasını sağlayacağız." "Tanrı birdir, büyüktür. Dinsel yöntemlerin oluşumuna bakarak diyebiliriz ki insanlar iki sınıfta, iki dönemde düşünülebilir : İlk dönem, insanlığın çocukluk ve gençlik dönemidir. İkinci dönem, insanlığın erginlik ve olgunluk dönemidir. İnsanlık birinci dönemde tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç gibi yakından ve maddi araçlarla kendisiyle ilgilenmeyi gerektirir. Tanrı, kullarının gerekli olan olgunlaşma noktasına ulaşmasına dek onlarla içlerinden bazıları aracılığıyla ilgilenmeyi Tanrılık gereğinden saymıştır. Onlara, Hz. Adem'den başlayarak kayıtlara geçmiş ya da geçmemiş, sayısız denecek kadar çok kendilerine kutsal kitap gönderilmemiş peygamberler ve elçiler göndermiştir. Ancak peygamberimiz aracılığıyla en son dini ve uygar gerçekleri verdikten sonra artık insanlıkla aracıyla bağlantıda bulunmaya gerek görmemiştir. İnsanlığın anlayış, aydınlanma ve olgunlaşma derecesi sayesinde her kulun doğrudan doğruya Tanrısal esinlerle bağlantıya geçebilmek yeteneğine eriştiğini kabul buyurmuştur ve bu nedenledir ki yüce Peygamber, peygamberlerin sonuncusu olmuştur ve kitabı en mükemmel kitaptır." (1922) "Arkadaşlar, Tanrı kavramı insan beyninin çok zor kavrayabileceği fizik ötesi bir konudur. Tanrı'nın buyruğu çok çalışmaktır... Çalışmak demek boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim her türlü uygar buluşlardan en çok derecede yararlanmak zorunludur." (1923) "Büyük dinimiz, çalışmayanın insanlıkla hiç ilgisi olmadığını bildiriyor. Kimi kimseler çağdaş olmayı kafir olmak sanıyorlar. Asıl kafirlik onların bu sanısıdır. Bu yanlış yorumu yapanların amacı Müslümanların kafirlere tutsak olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın; hoca olmak sarıkla değil akılladır." (1923) "Bizim dinimiz hiçbir zaman kadınların erkeklerden geri kalmasını istememiştir. Tanrı’nın buyurduğu, kadın ve erkeğin birlik olarak bilim ve kültür edinmeleridir. Kadın ve erkek, bu bilim ve kültürü aramak, nerede olursa oraya gitmek ve onunla dolu olmak zorundadır. İslam ve Türk tarihi incelenirse görülür ki bugün kendimizi bağlı sandığımız şeyler yoktur. Türk toplumsal yaşamında kadınlar bilim, kültür ve öbür konularda erkeklerden kesinlikle geri kalmamış; belki daha ileri gitmişlerdir." "Unutulmamalıdır ki ulusun egemenliğini bir kişide ya da sınırlı sayıdaki kişilerin elinde bulundurmakla çıkar bekleyen cahil ve gafil insanlar vardır. Bu gibilere gerici ve hareketlerine de gericilik denir. Kesinlikle belirtirim ki ulusal egemenliğimizin her zerresini şu ya da bu yolla bağlamak isteyenler en koyu gericidirler." "Tanrı, dünya üzerinde yarattığı bu kadar nimetleri, bu kadar güzellikleri insanlar yararlansın varlık ve bolluk içinde olsun diye yaratmıştır. En çok derecede yararlanabilmek için de bugün evrenden esirgediği zekayı, aklı insanlara vermiştir." (1923) "O, (Hz. Muhammet) Tanrı'nın birinci ve en büyük kuludur. O'nun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir. Ancak sonuca kadar O ölümsüzdür." (1926) "Ezan ve Kuran'ı Türklerden başka hiçbir Müslüman ulus bu kadar güzel okuyamaz. Bunlara görkemli müzik ahengi veren Türk sanatçılarıdır." (1933) "Bizim dinimiz, akla en uygun ve en doğal bir dindir ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, bilime ve mantığa uygun olması gerektir. Bizim dinimiz bunlara tümüyle uygundur." (1923) "Müslümanların toplumsal yaşamında hiç kimsenin özel bir sınıf olarak varlığını korumaya hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler dinsel hükümlere uygun davranmış olmazlar. Bizde ruhbanlık (özel din adamları sınıfı) yoktur. Hepimiz eşitiz ve dinimizin hükümlerini eşit olarak öğrenmek zorundayız. Her birey dinini, din işlerini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da okuldur. Ulusumuzun, ülkemizin öğretim kurumları bir olmalıdır. Bütün ülke evladı, kadın ve erkek, aynı biçimde, oradan çıkmalıdır. Ancak nasıl ki her konuda yüksek meslek ve uzmanlık sahipleri yetiştirmek gerekliyse dinimizin gerçek felsefesini inceleyecek, araştıracak, bilimsel ve teknik olarak telkin erkine sahip olacak gözde, seçkin ve gerçek din adamlarını da yetiştirecek yüksek öğrenim kurumlarına sahip olmalıyız." (1923) "Beyler, hiçbir ulus, yabancıların inanç ve geleneklerine ulusumuzdan çok uygun davranmamıştır. Üstelik denilebilir ki başka dinlerden olanların dinine ve ulusuna saygılı olan tek ulus bizim ulusumuzdur." (1937) "Bizim dinimiz ulusumuza hakir, miskin ve aşağı olmayı öğütlemez. Tersine Tanrı da peygamber de insanların ve ulusların yücelik ve onurunu korumalarını buyuruyor." (1923) "Türk ulusu daha dindar olmalıdır. Yani bütün yalınlığıyla dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam ona da öyle inanıyorum. Bilince ters, ilerlemeye engel hiçbir şey içermiyor. Oysa Türkiye'ye bağımsızlığını veren bu Asya ulusunun içinde daha karışık, yapay, boş inançlardan ibaret bir din daha vardır. Ancak bu cahiller, bu acizler sırası gelince aydınlanacaklardır. Onlar aydınlığa yaklaşamazlarsa kendilerini yok ve mahkum etmişler demektir. Onları kurtaracağız." (1924) "İçinde olmakla güvençli ve mutlu olduğumuz İslam dinini yüzyıllardan beri teamül edilenden kurtarmak ve yüceltmenin zorunlu olduğu gerçeğini gözlemliyoruz. Kutsal ve Tanrısal olan inanış ve vicdanımızı; belirsiz, karmakarışık, her türlü çıkar ve hırsların ortaya döküldüğü siyasetten ve siyasetin bütün uzantılarından bir an önce kurtarmak ulusun dünya ve ötedünyaya ilişkin mutluluğunun buyurduğu bir zorunluluktur." (1924) "Batmak üzere olan bir gemide bulunsanız, herhalde 'Yetiş Ya Gazi!' demez, 'Allah!' dersiniz. Bundan daha doğal ne olabilir. Dünyadaki işlerinize zarar vermemek koşuluyla namazınızı kılın, heykel yapın, resim de." "Camilerin kutsal minberleri halkın ruhsal, ahlaki besinlerine en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberler, halkın anlayabileceği dille, ruh ve düşünceye seslenmekle Müslümanların vücudu canlanır, düşünceleri temizlenir, imanı güçlenir, yüreği cesurluk bulur. Ancak buna karşılık, hutbe okuyanların sahip olmaları gereken bilimsel nitelikler, özel yeterlik ve genel kültüre sahip olmaları önemlidir." (1922) "Bunca yüzyıllardır olduğu gibi bugün de ulusların bilgisizliğinden ve bağnazlığından yararlanarak binbir türlü siyasal, kişisel çıkar ve çıkar sağlamak için dini alet ve araç olarak kullanmak girişiminde bulunanların -içerde ve dışarıda- varlığı bizi, bu konuda söz söylemekten ne yazık ki henüz uzak bulundurmuyor. İnsanlıkta dine ilişkin uzmanlık ve bilgi, her türlü boş inanışlardan sıyrılarak gerçek bilimin ışıklarıyla temiz ve mükemmel oluncaya dek din oyunu aktörlerine her yerde rastlanılacaktır." (1927) "Softa sınıfının din simsarlığına izin verilmemelidir. Dinden maddi çıkar sağlayanlar iğrenç kimselerdir. İşte biz bu duruma karşıyız ve buna izin vermeyeceğiz." (1930) "Sahte din alimlerine karşı benden bir şeyler anlamak isterseniz derim ki : 'Ben, şahsen, onların düşmanıyım. Onların olumsuz yönde atacakları her adım, yalnız benim kişisel inancıma değil yalnız benim amacıma değil o adım, benim ulusumun yüreğine savrulmuş zehirli bir kamadır. Benim ve benimle aynı düşüncedeki arkadaşlarımın yapacağı şey, mutlaka o adımı atanı tepelemektir. Sizlere bunun da üstünde bir söz söyleyeyim; varsayalım bunu sağlayacak yasalar olmasa bunu sağlayacak Meclis olmasa öyle olumsuz adımlar atanlar karşısında herkes çekilse ve kendi başıma yalnız kalsam yine de onları tepelerim!" (Konya Türk Ocağı, 20 Mart 1923) "İnkılabımızın asıl amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tümüyle çağdaş, bütün anlam ve biçimleriyle uygar bir toplum durumuna ulaştırmaktır.” "Beyler, yaşamın felsefesi, tarihin tuhaf yansıması şudur ki her iyi, her güzel, her yararlı şey karşısında onu yok edecek bir güç belirir. Bizim dilimizde buna gericilik denir." (İzmir halkıyla konuşma, Ankara, 1982, s. 109) "Ulusu, yenilenme vadisinde durdurmaya çalışmak için gerici düşünceler yayanlar, belirli bir kesime dayanacaklarını sanıyorlar. Bu kesinlikle bir kuruntudur, sanrıdır." "Uluslararası genel tarihin akışında Türklerin 1453 zaferini, yani İstanbul'un alınmasını düşününüz. Bütün bir dünyaya karşı İstanbul'u sonsuza dek Türk topluluğuna kazandırmış olan güç ve erkin, aşağı yukarı aynı yıllarda kılgılanmış (icat edilmiş) matbaa makinesini Türkiye'ye almak için, hukuk adamlarının uğursuz direnmelerini yenmeye gücü yetmemiştir. Köhne hukuk ve hukukçuların yani köhne medrese ve yozdinsel kadronun, matbaa makinesinin ülkemize girmesine izin vermeleri için üç yüz yıl beklemek gerekmiştir." (1925) "Türkiye; şeyhler, dervişler ülkesi olamaz. Ölülerden yardım ummak uygar bir toplum için lekedir. Var olan tarikatların hedefi, kendilerine bağlı olan kimseleri dünyada ve manevi yaşamda mutlu etmekten başka ne olabilir? Bugün bilimin bütün kapsamı ile uygarlığın göz kamaştırıcı ışığı karşısında filan ya da falan şeyhin yol göstermesiyle maddi ya da manevi mutluluğu arayacak kadar ilkel kişilerin Türkiye uygar topluluğunda var olabileceğini kesinlikle kabul etmiyorum. Arkadaşlar, Beyler! Ey ulus! İyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar ülkesi olamaz. En doğru, en gerçek yol, uygarlık yoludur. Uygarlığın buyruk ve isteklerini yapmak insan olmak için yeterlidir." (1925) "Bütün İslam dünyasının övünç kaynağı olan İbni Rüştler, İbni Sinalar, İmamı Gazaliler, Farabiler gibi yüksek düşünceli kişilerin ulusumuzun din bilginleri içinde ışıklı beyinleriyle varlık göstereceklerine eminim." (1923) "Artık bugün yaşam ve insanlık gerekleri bütün gerçekliğiyle yansıyınca safsatalar, hurafeler kafalardan çıkmalıdır. Her gün yükselmeye ve gelişmeye istidatlı olan ulusumuzun, toplumsal ve yaratılışsal inkılap adımlarını kırmak isteyen engeller kesinlikle ortadan kaldırılmalıdır." (1924) "Türk ulusu bilinçle ve bunca binyılların açtığı devasız yaraları acele tedavi etmek acısıyla gerçek denilen cevheri bulmuş olduğuna inanarak uzun adımlarla kurtuluş aramaya karar vermiştir. Bunun önüne set çekmek isteyeceklerin sonu Türk'ün güçlü ayakları altında ezilecektir. Bu ulus yalnız bu konuda herhangi bir zorluğa rastlarsa ben ve arkadaşlarım, duraksamadan bu güçlü ayak ve pençelerin önünde naçiz bir ulus fedaisi oluruz." (1928) "Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, yaşam için, başarı için gerçek yol gösterici bilimdir. Bilimin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, sapkınlıktır. Yalnız bilimin, yaşadığımız her dakikadaki evrelerinin gelişimini algılamak ve ilerlemelerini zamanla izlemek şarttır. Bin, iki bin yıl önceki ilkeleri, şu ana dek bin yıl sonra olduğu gibi uygulamaya kalkışmak, elbette ki bilimin içinde bulunmak değildir." (1925) "Ben Türkçe ezanla, din değil dil üzerine eğilmek istiyorum. Konunun temeli din değil dildir. İnanıyorum ki Türk ezanı ve Kuran'ı kendi anadiliyle okursa daha dindar ve de asıl benimsediği dinin yüceliğini derinden ve bilinçle kavramış olacaktır."(1933) "Ulus, uluslararası genel mücadele alanında yaşam ve güç nedeni olacak iklim ve aracın ancak çağdaş uygarlıkta bulunabileceğini bir değişmez gerçek olarak ilke kabul etmiştir. Sonuç olarak Beyler; ulus, saydığım değişiklik ve inkılapların doğal ve zorunlu gereği olarak genel yönetimini ve bütün yasalarının ancak dünya gereksinimlerinden esinlenmiş ve gereksinimin değişip gelişmesiyle esas olan dünya anlayışıyla yaşam koşulu nedeni saymıştır." (1925) "Din bir vicdan konusudur. Herkes vicdanının buyruğuna uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz yalnızca din işlerini, devlet ve ulus işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz. Art düşünceye ve eyleme dönüşen bağnazca hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere fırsat vermeyeceğiz." (Yakınlarından Anılar, Asıf İlbay, s. 103) "Dinsel düşünce ve inançlara saygılı olmak, öteden beri, doğal ve genel ölçüdür. Bunun tersini düşünmeye neden yoktur." (1925) "Din ve mezhep, herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiçbir kimse, hiçbir kimseyi bir din ya da bir mezhep benimsemeye zorlayamaz. Din ve mezhep hiçbir zaman siyasete araç olarak kullanılamaz." (Atatürk'ün Özelikleri, Kılıç Ali, s. 57) "Türkiye Cumhuriyeti'nde her yetişkin dinini seçmekte özgür olduğu gibi, bir dinin töreni de serbesttir. Şu ki dinsel tören özgürlüğü dokunulmazdır. Doğal olarak dinsel törenler, asayiş ve genel yaşama aykırı olamaz; siyasal gösteri biçiminde yapılamaz." (1930) "Türkiye Cumhuriyeti'nde herkes Tanrı'ya istediği gibi tapınır. Hiç kimseye dinsel düşüncelerinden dolayı bir şey yapılamaz. Türkiye Cumhuriyeti'nde resmi din yoktur." (1930) "Türkiye'de aslında gerici yoktu ve yoktur. Kuşku vardı. Bundan sonra yalnız bir şey akla gelebilir : O da bazı adi siyasetçilerin, çıkarcıların o kuşku ve hayali uyandırmaya çalışması, o yoldan hırs ve çıkarlarını tatmin etmeyi düşünmeleridir." (1930) "Bu başarının, kutsal topraklarımızı düşman istilasından büsbütün olarak kurtaracak olan kesin zaferin iyi bir başlangıcı olmasını Tanrı’nın lütfundan dilerim." "Minberlerin, halkın anlayacağı bir dille ruh ve dimağa seslenmekle Müslümanların vücudu canlanır, iman güçlenir, yüreği cesaret bulur. Ancak buna göre hatiplerin taşımaları gereken özellik yetenek ve dünyanın gidişini bilmeleri çok önemlidir." "Halkın temiz, saf duygularından yararlanarak ulusun maneviyatına el uzatan kimseler ve onların izleyicileri ve yandaşları elbette ki birtakım cahillerden ibarettir. Bunlar Türk ulusu için sorun oluşturacak durumların meydana gelmesine daima etken olmuşlardır. Ulusumuzun önünde açılan kurtuluş ufuklarında sürekli yol almasına engel olmaya çalışanlar hep bu kurumlar ve bu kurumların üyeleri olmuştur. Ulusa anlatmalıdır ki bunların ulus bünyesinde yaptıkları yıkımı hissetmek gerektir. Bunların varlığını hoşgörüyle karşılayanlarla Menemen'de Kubilay'ın başı kesilirken kayıtsızlıkla izlemeye katlananlar ve üstelik alkışlamaya cesaret edenler aynıdır." (1931) "Temeli çok sağlam bir dinimiz vardır; malzemesi iyi ancak bina yüzyıllardır savsaklanmış. Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye etmek gereği hissedilmemiş. Tersine olarak birçok yabancı öge, yorumlar, boş inançlar binayı daha çok hırpalamış. Bizi yanlış yola sevk eden kötü yaratılışlılar bilirsiniz ki çoğu zaman din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldatagelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz. Görürsünüz ki ulusu mahvedeven, tutsak eden, yıkan kötülükler hep din kılığı altındaki dinsizlik ve kötülükten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırdılar. Oysa, elhamdülillah, hepimiz Müslüman'ız, hepimiz dindarız. Artık bizim dinin gereklerini öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına gereksinimimiz yoktur. Analarımızın, babalarımızın kucaklarında verdikleri dersler bile bize, dinimizin esaslarını anlatmaya yeterlidir. Buna karşın hafta tatili, dine aykırıdır gibi iyi, akla ve dine uygun konulara ilişkin, sizi kandırmaya, ayak diremeye çalışan kötülükçülere güvenmeyin. Ulusumuzun içinde gerçek ve ciddi bilgeler vardır. Ulusumuz bu gibi bilgelerle övünmektedir. Onlar ulusun güvenini ve ümmetin saygınlığını kazanmışlardır. Bu gibi bilgelere gidin. Bu bey bize böyle diyor, siz ne diyorsunuz deyiniz. Ancak genelde buna da gerek yoktur. Bizim dinimiz için herkesin elinde bir değer ölçüsü vardır. Bu ölçüyle herhangi bir şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca anlayabilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa, toplum çıkarına uygundur; biliniz ki o dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, ulusun çıkarına, İslam'ın çıkarına uygunsa kimseye sormayın o şey dinseldir. Bizim dinimiz akıl ve mantığa uygun bir din olmasaydı en mükemmel din olmazdı; en son din olmazdı." (1923) "Hz. Peygamber, bütün Müslümanların ve kutsal kitap sahiplerinin bildiği üzere, Tanrı tarafından dinsel gerçekleri insanlık dünyasına duyurmaya ve anlatmaya görevli buyurulmuşlardır ve adı Peygamberdir. Yani haber ulaştırmakla görevlidir. Yüce Tanrı Kuran-ı Kerim'de kendisine Emirlik, Sultanlık ve taç vermiş değildir; hükümdarlık vermiş değildir. Peygamberlik göreviyle göndermiştir. Doğal olarak gerçek görevini tümüyle kavramış olan yüce Peygamber, bütün dünya insanlarına onu duyurdu. Hepinizce bilinmesi gerektir ki o dönemde, örneğin Doğu'da bir İran devleti, kuzeyde bir Roma İmparatorluğu vardı. Öbür örgütü ve kurulu devletler vardı ve yüce Peygamber devletlere gönderdiği Peygamberlik mektuplarında buyurmuşlardır ki "Tanrı bir ve ben O'nun tarafından size gerçeği anlatmakla görevliyim. Hak dini, İslam dinidir ve bunu kabul ediniz." Ve fakat eklemiştir "Ben size hak dinini kabul ettirmekle sanmayınız ki sizin ulusunuza, sizin hükümetinize el koymuş olacağım. Siz hangi hükümet biçiminde, hangi durumda bulunuyorsanız o yine aynı kalacaktır. Yalnız hak dinini kabul ediniz ve koruyunuz." (1923) "Cumhuriyet Hükümeti'mizin bir Diyanet İşleri makamı vardır. Bu makama bağlı müftü, hatip, imam gibi görevli birçok görevlileri bulunmaktadır. Bu görevli kişilerin bilim ve erdemlerinin derecesi bilinmektedir. Görevli olmayan birçok insan da görüyorum ki aynı giysiyi giymeyi sürdürmektedirler. Bu gibiler içinde çok cahil üstelik okuması yazması olmayanlara rastladım. Özellikle bu gibi bilgisizler, kimi yerlerde halkın temsilcileriymiş gibi onların önüne düşüyorlar. Halkla doğrudan doğruya bağlantı kurmaya neredeyse engel olmak sevdasında bulunuyorlar. Bu gibilere sormak istiyorum : 'Bu tutum ve yetkiyi kimden, nereden almışlardır?' Ulusa anımsatmak isterim ki bu kayıtsızlığa izin vermek kesinlikle doğru değildir. Herhalde yetki sahibi olmayan bu gibi kişilerin görevli olan kimselerle aynı giysiyi taşımalarındaki sakınca bakımından Hükümet'in dikkatini çekeceğim." (1923) "Her şeyden önce şunu en yalın bir dinsel gerçek olarak bilelim ki bizim dinimizde özel bir sınıf yoktur. Ruhbanlığı (din adamları sınıfını) reddeden bu din, dinde tekelciliği kabul etmez. Örneğin, aydınlatma görevi mutlaka din bilginlerine ait olmadıktan başka dinimiz de bunu kesinlikle yasaklar. Bu durumda biz, diyemeyiz ki 'Bizde özel bir sınıf vardır. Öbürleri dinsel yönden aydınlatma hakkından yoksundur.' Böyle düşünecek olursak suç bizde, bizim bilgisizliğimizdedir. Hoca olmak için, yani dinsel gerçekleri halka telkin etmek için mutlaka hoca giysisi şart değildir. Bizim yüce dinimiz her erkek ve kadın Müslüman'a genel olarak araştırmayı farz kılar ve her erkek ve kadın Müslüman toplumu aydınlatmakla yükümlüdür." "Beyler, bir düşünceyi daha düzeltmek isterim. Ulusumuzun içinde gerçek din adamları, din adamlarımızın içinde de ulusumuzun hakkıyla iftihar edebileceği bilginlerimiz vardır. Ancak bunlara karşı hoca giysisi altında gerçek bilimden uzak, gereği kadar öğrenmemiş, bilim yolunda gereği kadar ilerleyememiş hoca görünüşlü cahiller de vardır. Bunların ikisini birbirine karıştırmamalıyız. Gezilerimde birçok gerçek aydın din bilginlerimizle görüştüm. Onları en yeni bilimsel eğitimi almış, sanki Avrupa'da öğrenim görmüş bir düzeyde gördüm. İslamlık ruhu ve gerçeklerini çok iyi bilen din bilginlerimizin tümü bu olgunluk derecesindedir. Kuşkusuz ki bu gibi din bilginlerimizin karşısında imansız ve hain din adamları da vardır. Din adamları içindeki böyle hainleri korumak, aşağılık hareketlerini şeriat düzenine uygulamak, din kılığı ve şeriat sözleriyle ulusu kandırıp aldatan din adamlarının, böyle kötülüğe alet olan insanların yüzündendir ki dört Halife'den sonra din, sürekli siyaset aracı, çıkar aracı, baskı aracı yapıldı. Artık bu ulusun ne öyle Hükümdarlar, ne böyle alimler görmeye tahammül ve olanağı yoktur. Onlara karşı benim kişiliğimden bir şey anlamak isterseniz derim ki 'Ben şahsen onların düşmanıyım.' Onların olumsuz yönde atacakları bir adım, yalnız benim kişisel imanıma değil, o adım benim ulusumun yaşamına kasıt, o adım ulusumun yüreğine gönderilmiş zehirli bir kamadır. Benim ve benimle aynı düşüncedeki arkadaşlarımın yapacağımız şey, kesinlikle ve kesinlikle, o adımı atanı tepelemektir." (1923) "Biz kişisel kahramanlık sahneleriyle uğraşmıyoruz. Yalnız size Bombasırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasında uzaklığınız sekiz metre yani ölüm kaçınılmaz. Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına tümüyle şehit oluyor. İkinci siperdekiler onların yerine gidiyor. Ancak ne kadar özenilecek büyük bir sakinlik ve inançla biliyor musunuz?! Öleni görüyor; üç dakikaya kadar öleceğini biliyor; en ufak bir korku bile göstermiyor. Sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde Kuran-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar; bilmeyenler kelime-i şehadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki ruh gücünü gösteren, hayran olunacak ve kutlanacak bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Savaşı'nı kazandıran bu yüksek ruhtur." (1918) ATATÜRK'ÜN PAŞA CAMİSİ'NDE YAPTIĞI KONUŞMA Balıkesir 7 Şubat 1923 "Ey Ulus! Tanrı birdir; şanı büyüktür. Tanrı'nın esenliği, sevgisi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamberimiz, Tanrı tarafından insanlara dinsel gerçekleri duyurmaya görevli ve elçi seçilmiştir. Temel esası hepimizce bilinmektedir ki yüce Kuran'daki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir; en mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tümüyle uyuyor ve uygun geliyor. Akla, mantığa ve gerçeğe uymamış olsaydı bununla öbür Tanrısal doğa yasaları arasında çelişki olması gerekirdi. Çünkü bütün evren yasalarını yapan Tanrı'dır. Arkadaşlar ! Yüce Peygamber çalışmasında iki yere, iki eve sahip bulunuyordu : Biri kendi evi, öbürü Tanrı'nın eviydi. Ulus işlerini Tanrı'nın evinde yapardı. Hz. Peygamber'in kutlu yolunda bulunduğumuz bu dakikada ulusumuza, ulusumuzun bugününe ve geleceğine ilişkin hususları görüşmek amacıyla bu kutsal yerde Tanrı'nın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna eriştiren Balıkesir'in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu fırsatla büyük bir sevap kazanacağımı umuyorum. Beyler! Camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve tapınmayla birlikte din ve dünya için neler yapılmasının gerekli olduğunu düşünmek yani konuşup tartışmak, danışmak için yapılmıştır. Ulus işlerinde, her kişinin zihninin ayrı ayrı etkinlikte bulunması zorunludur. İşte biz de burada din ve dünya için, geleceğimiz ve bağımsızlığımız için, özellikle egemenliğimiz için neler düşündüğümüzü ortaya koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerinizi anlamak istiyorum. Ulusal amaçlar, ulusal irade yalnız bir kişinin düşünmesinden değil ulusun bütün kişilerinin isteklerinin, umunçlarının (emellerinin) sonuçlarından ibarettir. Bundan dolayı benden ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim... Hutbelere ilişkin sorulan sorudan anlıyorum ki bugünkü hutbelerin biçimi ulusumuzun duygusal düşünceleri ve diliyle, uygar gereksinimleriyle uygun görülmemektedir. Beyler! Hutbe demek topluma seslenmek yani söz söylemek demektir. Hutbenin anlamı budur. Hutbe denildiği zaman bundan birtakım kavram ve anlamlar çıkarılmamalıdır. Hutbeyi söyleyen hatiptir yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki Hz. Peygamber'in yaşadığı olduğu mutlu dönemlerde hutbeyi kendileri söylerdi. Gerek Peygamberimiz ve gerek dört Halife'nin hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki gerek Peygamber'in gerek dört Halife'nin söylediği şeyler o günün sorunlarıdır. O günün askeri, yönetimsel, mali ve siyasal, toplumsal konularıdır. İslam toplumunun çoğalmasıyla ve İslam ülkeleri genişlemeye başlayınca yüce Peygamber'in ve dört Halife'nin hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin söylemelerine olanak kalmadığından halka söylemek istedikleri şeyleri bildirmeye birtakım kişileri görevlendirmişlerdir. Bunlar herhalde en büyük ve ileri gelen kişilerdi. Onlar camilerde ve alanlarda ortaya çıkar; halkı aydınlatmak ve halka doğru yolu göstermek için ne söylemek gerekse söylerlerdi. Bu biçimin sürebilmesi için bir koşul gerekliydi. O da ulusun önderi olan kişinin halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve aldatmaması! Halkı, genel durumdan haberdar etmek son derece önemlidir. Çünkü her şey açıkça söylendiği zaman halkın beyni etkinlik durumunda bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve ulusun zararına olan şeyleri reddederek şunun ya da bunun arkasından gitmeyecektir. Ancak ulusa ait olan işleri, ulustan gizli yaptılar. Hutbelerin, halkın anlayamayacağı bir dilde olması ve onların da bugünün gereklerine ve gereksinimlerimize değinmemesi Halife ve Padişah sıfatını taşıyan zorbaların arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi. Hutbeden amaç insanların aydınlatılması ve onlara yol gösterilmesidir; başka şey değildir. Yüz, iki yüz üstelik bin yıl önceki hutbeleri okumak insanları bilgisizlikte ve çağın gerisinde bırakmak demektir. Hatiplerin olağan olarak halkın günlük kullandığı dille konuşmaları gereklidir. Geçen yıl Millet Meclisi'nde söylediğim bir söylevde demiştim ki 'Minberler; halkın akılları, vicdanları için bir bilim, bilgi kaynağı, ışık kaynağı olmuştur.' Böyle olabilmek için minberlerde söylenecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, bilimsel gerçeklere uygun olması gereklidir. Hutbeyi verenlerin siyasal olayları, toplumsal ve uygar olayları her gün izlemeleri zorunludur. Bunlar bilinmezse halka yanlış telkinler verilmiş olur. Bu nedenle hutbeler tümüyle Türkçe ve günün gereklerine uygun olmalıdır ve olacaktır."